O an sanki kısa süreliğine beynim durdu gibi oldu. Şoka girmiştim. Anneme ve babama bunun nasıl olduğunu sordum. Babam "Onlardan birine dönüştü, bende vurdum. Başka seçeneğim yoktu." dedi. Kendimi çok garip hissediyordum. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Bir babanın kendi kızını vurmasını zaten hiç istemezdim fakat kendi babamın, ablamı vurması çok garipti. Anılarımız aklıma geldi ve suç ile karamsarlığı zirvede yaşamaya başladım. İki elimi yanaklarıma bastırarak ağlamaya koyuldum. O sırada ablamın elinin titrediğini gördüm. Annem ne dediğini bilmedigi için bir anlığına "Yaşıyor, yaşıyor!" dedi heyecanla. Onlara "Uzaklaşın hemen." dedim. Ablam garip sesler çıkartarak yavaşca ayağa kalktı. Biz ondan uzaklaşmıştık. Bize doğru yönelirken babam silahını çıkardı ve ateş edeceği anda "Hayır" dememe kalmaz bunu yaptı. Büyük gürültüyle silah patladı ve ablamın kafası parçalandı. Etrafta zombiler görmüştüm ve artık bu ses onları bize çekmişti. "Hemen buradan gidiyoruz, hazırlanın." dedim. Bunu derken nereye gideceğimizi bilmiyordum. En güvenli yer çatı katında uyandığım o bina gibi gözüküyordu. Şu an bildiğim burada kalamayacağımızdı. Ailemi tehlikeye atamazdım. Hazırlanırlarken dışarıdan anons yapılmaya başlandı. "Yaşayan var mı? Sesimizi duyan var mı?" anonsu yapılıyordu. Birkaç el silah sesi duyuldu ve o ara ailemle beraber hemen dışarıya çıktık. Bu içinde askerlerin olduğu, çift katlı bir otobüstü. Etraftaki yürüyen ölülere ateş eden kişiler görüyordum. Bu kişiler virüsten korunmak amacıyla tüm vücudunu saran giysiler giymişti. Ters yöne ilerlerken arkalarından bağırdım ve o anda üst katta olan birisi beni fark edip otobüsün durmasını sağladı. Otobüs bize doğru geldi ve içinden birisi indi. Yanına yaklaşırken beni görünce "Emre buradasın demek. Dünya'yı ne hale getirdiğine bak. Aferin!" dedi. Yanına gittim ve "Ailem burada, bize yardım edin. Durumu çözmek için çalışabilirim." dedim. "Bizler askeriz, ben Yüzbaşı Mustafa. Güvenli bir yerimiz var, askeriyeye topluyoruz insanları, kalmak istiyorsanız gelebilirsiniz. Ayrıca sanırım labaratuvara ihtiyacın olacak. Bir şekilden sana bunu sağlayabiliriz." dedi. Kabul ettik. Plansızdım ve ne yapacağım hakkında net fikir sahibi değildim fakat annem ve babamın güvende olmasını istiyordum. Giydikleri kıyafetlerden bize de verdiler ve otobüse binip rütbeli askerin dediği yere, askeriyeye geldik. Nizamiye önünde güvenlik had safhaya çıkartılmış durumdaydı. İçeri girmeden silahım dahil eşyalarımız alındı ve virüsü taşıyormuyuz diye testlere tabi tutulduk. Ailem ile ben temizdik ve sonra içeriye girdik. Burası mini şehir tadındaydı. Etrafta pek çok sivil görüyordum. Aldığım bilgiye göre siviller bölüklere yerleştirilmişti. Askeriyeler çok korunaklı olurdu. Etrafı çitlerle örülü durumda, kulelerine nöbetçiler dikilirdi ama burası ekstra korunaklıydı. Çitler sağlamlaştırılmış ve uzatılmış, nöbetçi sayısı arttırılmıştı. Tugay komutanının yanına geldik. Adı Turhan'mış ve ona ailemin güvende kalmalarını istediğimi söyledim. O ise "Sen bu olayını çözebilecek misin?" dedi. Ağlamak istiyordum. "Doğruyu söylemek gerekirse bilmiyorum. Çalışmalıyım." dedim. "Sana gereken şartları sağlayacağız. Ailen burada bizimle güvende olacak. Bugün dinlenin, yarın ne yapacağımıza bakarız." dedi. Ondan kendimi korumak maksadıyla silah istedim. Bunu bana sağlayıp isteğimi yerine getirdi. Silahı aldım ve kalacağımız yere gittik. Beni tanıyanların tepkisi olabileceğinden sadece ailem ve benim kalacağım özel bir lojmana yerleştirilmiştik. Yemek yedik ve odalarımıza geçtik. Annem ve babam çok üzgündü. Yaşananlar ve ablamın ölmesi onları kahretmişti. Duş alıp kendime ait odaya geçtiğimde düşüncelere daldım. Gerçekten çözebilecek miydim? İmkansızdı, imkansız. Geri dönüşü olmayan yola sokmuştum koca dünyayı. Bugün olmazsa yarın elbet herkes zombiye dönüşecekti. Tabur komutanından aldığım silaha bakıyordum. Şeytan dürtüyordu. Ben, kendimi dürtüyordum. Elime silahı aldım. Kafama dayayıp ağlamaya başlayarak "Bunların hepsi benim suçum." diye bağırdım ve ateş ettim...
Comments (0)
See all